| ||||||||||||||||||
| ||||||||||||||||||
mekke medine canlıfacebook sayfasımız |
20.SOHBET09 Eylül 2011, 11:01 A.KARUL SOHBET-20 FATIR 9-11 Efendi Hazretleri 20. Sohbet RESULÜLLAH’I GÖRMEK İSTİYORUM Mevla Teala Hazretleri Kur’an-ı Keriminde bizlere kendisini tanıtıyor. Bizde O’nu bilelim. O’nu layıkıyla bilmek kendi varlığını ve kemal sıfatlarını Kur’an-ı Kerim’de haber verdiği şekilde bilmekle olur. Allah’ın kelamından bir kelime bilmek dahi bizi Allah’ı tanımaya götürüyor. Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Mecidinde buyuruyor ki: (Ders ayeti) “Allah (-u Teala) Hazretleri, O zat-ı ecellü ala’dır ki rüzgarları göndermiştir sonra (onlar) bulutu harekete getirir derken onu ölmüş bir beldeye sevkederiz. Sonra onunla yeri öldükten sonra diriltiriz. İşte ölüleri diriltmekte böyledir.” Allah rüzgarları estirendir. Bazı kere sıcak rüzgarlar estirir, bazı kerede buz gibi soğuk. Cehennemde öyle sıcak rüzgar olacak ki estiği vakitte insanın vücudundaki kılları yakacak. Allah-u Teala’dan başka rüzgarları estiren varmıdır? Avrupa ilerledi derler. Bir rüzgarı estirmeye güçlerinin yetmediğini düşünmezler. Ortada bir felsefe lafı gürültü gibi dolaşıp durur. Fakat bunların hiçbiri Allah’dan (Celle celalüh) bahsetmez. Ya Rabbi! Hem ilim, hem amel, hem ihlas ver bize. Üçü bir arada olmadan olmaz. Bazılarında ilim vardır amel yoktur. Böyle ilim meyvesiz ağaç gibidir. Önce şeriatın bildirdiği şeyleri öğrenmek, sonra öğrenilenlerle amel etmek ve her şeyi yalnızca Allah-u Teala’nın rızası için yapmak gerekir. Bu üçüne kavuşmayan kimse şeriata kavuşmuş olmaz. Mevla Teala lütuf ve kereminden rüzgarları gönderir. O rüzgârları bulutları harekete geçirerek bir yere toplar. Sonra yüce Allah, o bulutları dilediği yerlere sevkeder, yağmur yağdırır. Ve bu yağmurlarla kabiliyetli toprağa hayat ve canlılık verir. Kurumuş olan araziler yeniden canlanıp yonca, domates, patates, patlıcan, kabak, kavun, karpuz, elma, armut gibi çeşit çeşit sebze ve meyvalar biter. Ya Rabbi! Sen yaparsın bunları senden başka kimse yapamaz. Bu ayet-i celile öldükten sonra dirilmeyi inkar eden Mekke müşrikleri hakkında nazil olmuştur. Mevla Teala o Mekke müşriklerine hitap ederek: “Ey öldükten sonra dirilmeyi inkar edenler! Kurumuş toprakları nasıl diriltmeye kadir isek, sizleri de öldükten sonra öyle diriltmeye kadiriz.” Buyurmaktadır. Ben-i İsrail’de zengin bir ihtiyar vardı. Kardeşinin oğulları ise fakirdiler, hiç bir şeyleri yoktu. Bu ihtiyarında hiç çocuğu olmamıştı tek varisi kardeşinin oğullarıydı. Onlar keşke amcamız ölse de malına konsak diyorlardı. Amcalarının ölümü gecikince şeytan onlara: “Amcanızı öldürüp içinde bulunmadığınız şehir ehline diyetini yüklerseniz, onlardan da para alırsınız.” diye vesvese verdi. O zaman Ben-i İsrail iki şehirde bulunuyorlardı. Bir kişi öldürülüp iki şehir arasına atılsa ölü ile iki şehir arası ölçülür, ölü hangisine yakınsa diyet ona yüklenirdi. Şeytan bu işi onlara süsleyince onlarda karar vererek amcalarını öldürdüler sonra ölüyü kendilerinin bulunmadıkları şehrin kapısına attılar. Sabah olunca o şehrin ehline gelerek: “Amcamız sizin şehrinizin kapısında öldürüldü. Vallahi diyetini (öldürene ceza olarak yüklenilen parayı) bize ödeyeceksiniz.” dediler. O şehrin ahalisi de: “Allah’a yemin ederiz ki, biz sizin amcanızı öldürmedik, öldüreni de bilmiyoruz. Ve şehir kapısını kilitlediğimiz vakitten sabaha kadar da açmadık.” dediler. Bunun üzerine Musa (Aleyhisselam) a müracaat edildi. Hemen Cibril-i Emin gelerek (Musa (Aleyhisselam)) onlara: “Allah-u Teala bir sığır kesip o sığırın bir parçasını öldürülen kişiye sürmelerini emretti” dedi. Sığırı boğazladılar. Bir parçasıyla öldürülen adama vurdular. Onlar bunu yapınca ölü dirildi kalktı, damarlarında kan fışkırıyordu ve kendisini kardeşinin oğullarının öldürdüğünü söyledi. Sonra tekrar öldü. Şu yeryüzündeki insanlardan böyle bir muamelenin mislini kim yapabilir? Kimse yapamaz. Ancak Allah-u Teala Hazretleri yapar. Ey cemaat-i müslimin! Sizlere diyorum ki, tefsir okuyun okudukça Mevla Teala’ya hayran olursunuz. Tefsir okunduğu halde Mevla’ya hayran olunmuyor. Niçin? Çünkü insanları dünya sevgisi, haramlar sarhoş etti. Hazret-i Osman: “Kalplerde nifak olmasa insanlar Kur’an okumaktan doyamazlardı.” buyuruyor. Nefsini tasviye ve tezkiye etmeye uğraşan bir insan bir lokma haram yese bidayetteki gaflet haline döner. Acaba bizim yediğimiz lokmalarımız nereden? Haramdan mı? Faizden mi? Hace Nakşibendî (Kuddise sirruhu) bir evde misafir kalmıştı. Ev sahibinin oğulları abdest suyunu ısıtırlarken gafilâne bir şekilde malayani (faydasız konuşma) ye dalmışlardı. Bunu fark eden Nakşibend-i Hazretleri o su ile abdest almadı. Şimdi dersimize geçelim: “Her kim izzet (şeref ve şan) istiyorsa (bilsin ki) bütün izzet (kuvvet ve hakimiyet) Allah’ındır. Pak söz O’na yükselir. Salih ameli de o yükseltir. Ve o kimseler ki, hilekarane bir şekilde günahları irtikap ederler. Onlar içinde pek şiddetli bir azab vardır. Ve onların o hileleri mahvolur gider.” Büyüklük, ululuk, azamet Allah-u Teala’ya mahsustur. Her kim kadın, erkek, fakir, zengin, genç, ihtiyar şerfli olmak istiyorsa Allah’ın kapısına gelmelidir. Avrupa kapılarında büyüklük arıyorsunuz. Haklarında Cehenneme girmeleri hükmolunmuş olan kâfirlerden hiç izzet aranır mı? Onlar izzeti nereden bulacaklar ki: “Kel ilaç bulsa başına sürer” denir. Avrupa’ya hayvanat bahçesi deseniz yine onları yüksek göstermiş olursunuz. Zira Mevla Teala onlar için hayvandan beterdirler buyuruyor. Büyüklük Allah’ın kapısındadır. O’nun kapısı nedir? İbrahim Hakkı Erzurumi Hazretleri Marifetname adlı eserinde de ki: Sary-ı din esasıdır şeriat Tarik-i hak hüdasıdır şeriat Budur evvel kapu dergah-ı Hakka Ki yolun ibtidasıdır şeriat Dahi bununla bu yol hatm olunur Bu rahın intihasıdır şeriat Allah’ın kapısı, şeriattır. Şeriatı yaşadın mı, Allah’ın kapısındasın demektir. Sen o kapıdan ayrılmadıkça Mevla Teala seni dışarıda bırakmaz, atmaz. Rabatü’l Adeviyye birisinin cariyesi idi. Böyle iken kitaplar onu övmekle bitiremiyor. Onu böyle aziz eden nedir? Şeriatı yaşamasıdır. Mevla Teala’ya olan yakınlığıdır. Ebu Cehil, Ebu Leheb ağa idiler. Ebu Hüreyre ise fakir idi. Lakin onlar Allah-u Teala katında Ebu Hüreyrenin tozu kadar olamadılar. İnsanı yücelten şeriattır, tarikattır, hakikattir. Her hangi aile veya kabileye mensub olması, yada dünyevi bir makamı bulunması değildir. Hace Nakşibend-i Hazretleri (Kuddise sirruhu) Resulüllah’ın torunu idi fakat bunu kimseye söylemezdi. Bir büyük zatın torunu olamnın insana birşey kazandıramayacağını biliyordu çünkü. Nakşi tarikatına mensub olanlar dikkat etsinler bu yolun kıymetini bilsinler. Bize hicaza gidecekler hakkında ”onlara akaid öğretin, öyle gelsinler” diye tenbih var. Hicaza şuurlu gitmek lazım. Şeytan taşlamanın ne olduğunu, niçin yapıldığını bilmeyip ona önem vermeyenler var. Hac vazifelerinin hikmetleri bilinmezse ”bunlar için mi geldim ben?” denilebilir. Haceru’l Esved’e güya herkes âşıktır. İşin hakikatinden haberdar olmayanlar arasından Haceru’l Esved’i görünce ”Övülüp durulan taş bumuydu?” diyenler çıkıyor. Mevlana Celaleddin Rumi, Mesnevi’sinde derki: ”Herkes kendi zannınca benim dostum olduğunu zannediyor. Benim içimdeki sırları aramıyor” ”Onun kavminden kafir olan bir guruh dedi ki;Biz seni bizim mislimiz gibi bir şeyden başka görmüyoruz”(Hud 27) Allah dostlarının zahirine bakan mahrum olur. Batınlarına bakan, sırlarından haberdar olur. Nuh (Aleyhisselam) onların dediği gibi olsaydı, O’nun sebebiyle koca dünya suya gark olur muydu? Allah’ın takdirinde ince sırlar gizlidir. Bazı kimselerde hac vazifesini yapmış olmaktan kibirlenir, ucba kapılır yani kendini beğenir. Kimileride o mübarek beldeyi beğenmez. Suyun içinde sudan haberdar olmamak gibi. Bir seferinde Şeyhim Hacı Ali Haydar Efendi Hazretlerine dedim ki: Bana bir dua, bir yol öğretinde Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem)i rüyamda görebileyim. Buyurdular ki;”Mahmut senin işin denizin içinde yağmur duasına çıkan balıklar misali oldu.” O’nu görmem Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizin varisi olması hasebiyle Resulüllah’ı görmem gibi olduğundan böyle buyurmuştu. Tarikat ehli bir zat Medine-i Münevvere’ye gitmiş orada Allah’a dua ederek Resulüllah’ı görmeyi murad etmiş. Zuhuratında Ravzayı Mutahhara’nın yarılıp her defasında şeyhinin çıktığını görmüş. Bunun üzerine mürit şeyhine:”Ben seni değil Resulüllah’ı görmek istiyorum” demiş. Şeyhide ona: ”Ben Resulullah’ta fani oldum, beni görmek onu görmektir evladım” cevabını vermiş. TESBİHLERDEN MAKSAD NEDİR? Ayetimize devam edelim: ”Kelime-i Tayyib” yani ziyade pak olan kelime ancak Allah’a yükselir. Kelime-i Tayyib ile murad: Başta La ilahe illallah lafza-i şerifi olmak üzere, Sübhanallahi ve bihamdihi gibi sair tesbihler, tahmidler, tekbirler, dualar ve istiğfarlar, okunan Kuran-ı Kerimler hatta insanlar arasında söylenilen güzel sözler, nasihatlar velhasıl Allah katında makbul olan her sözdür. Bütün bu güzel kelimelerin Allah-u Teala’nın huzuru manevisine yükselmesiyle murad da Cenab-ı Hakkın bunları kabul ederek sahiplerini kat kat mükâfatlara nail buyurmasıdır. (Vel amelussalihu yerfeuhu) ayeti celilenin bu kısmı üç vecih üzere tefsir edilmiştir. Birinci vecih:”(yerfeu) kelimesinin faili, kelime-i tayyib olursa mana:”Kelime-i tayyibe amel-i salih-i dergah-ı uluhiyyete yükseltir” demek olur. Çünkü kelime-i tayyibe ile: kelime-i tevhid murad olunur. Kelime-i tevhid de ameli salihin, Mevla’nın huzuru manevisine yükselmesine sebep olur. Zira iman olmazsa namaz, oruç, hac, zekât gibi hiç bir amel kabul olunmaz ki, dergâh-ı uluhiyyete yükselsin. İkinci vecih: (yerfeu) kelimesinin failinin, amel-i salih olmasıdır. O zaman mana:”Ameli Salih, kelime-i tayyibeyi yükseltir” demek olur. Zira imanın kuvvetleşmesi yüksek derecelere nail olması ancak ameli salih ile mümkündür. İman varda namaz, oruç, hac, zekât gibi ibadetler yok ise o iman kuvvetlenemez. Üçüncü vecih ise: (yerfeu) kelimesinin failinin Allah-u Teala olmasıdır ki, bu takdirde mana:”Allah (u Teala) Hazretleri amel-i salihi yükseltir.” demektir. Yani onları kabul ederek sahiplerini yüksek derecelere erdirir. Bu ayeti celileden anlaşılıyor ki ameli salihi barigahı uluhiyyete kaldıracak kelime-i tevhiddir. Şu halde kelime-i tevhid, Allah’a kurbiyyete vesile olduğundan kelime-i tevhide mukarin olan ameli salih de kabule karin olur. Ameli salih yükselince insanda yükselmiş olur. Ya Rabbi! Kelime-i Tayyibemizi, ameli salihimizi yerine kavuştur. Bizi de onlarla beraber eyle.Kul kusursuz sende afsız olmazsın. Osman Gazi’den itibaren bütün büyükler, Osmanlı İmparatorluğunu Kelime-i Tayyibe vasıtasıyla yükselttiler. İmanın, ameli salihin lezzeti hiçbir maddiyatta bulunmaz. İşte bizim büyüklerimizde bu lezzete daldıklarından dünyevi zevklerden hiç bir tat almadılar. Bir kudsi hadiste buyuruluyor ki: ”Ey Dünya! Bana hizmet edene hizmet et.” İşte Osmanlılar, Allah’ın dinine hizmet ederken bütün dünyada onlara hizmet ediyordu. Hükümetin bütçesinin büyük bir kısmını cizye oluşturuyordu. Müslüman memleketlerinde eskiden Hıristiyan tebaadan korumaları karşılığında onların şahsından vergi alınıyordu. Buna cizye deniyordu. Müslümanlar, bir hıristiyan memleketine vardıkları zaman üç şey teklif eder ve bunlardan birisinin kabul edilmesini isterlerdi. 1-Müslümanlığın kabulu 2-Harp 3-Cizye Cizyeyi kabul eden hıristiyanlar tebaa sayılır. Devletin mutlak himayesine girerler. Dinlerinde, günlük yaşayışlarında adet ve ananelerinde, sanat ve ticaretlerinde serbest kalırlardı. Osmanlılarda cizye, yüksek, orta ve alçak cizye olmak üzere üçe ayrılmıştı. Cizyeyi yalnız erkekler öderdi. Kadın ve çocuklardan alınmazdı. Cizye, Avrupalıların en fazla gözüne batan bir vergi idi. Onları memnun etme fikrinden dolayı, tanzimatta cizye kaldırıldı. Kırım harbi çıktı. O zamandan bu zaman borç faiz, borç faiz sürüp gidiyor. Cizyenin kaldırılmasıyla müslümanlar oturduğu dalı kesmiş oldular. Kelime-i Tayyibi (la ilahe illallah) çok zikredelim. İsmi celali de çok söylemelidir. Besmele söylemek, hamdele söylemek, tekbir getirmek hep zikirdir. Tekbir(Allahu ekber) ”Allah en uludur” demektir. Namaza dururken ”Allahu ekber” demekle emrolunduk. Bunu söylemekle, Allah-u Teala’nın, hiç bir mahlûkun ibadetine muhtaç olmadığı, insanların namazlarının, ona faidesi olmyacağı bildirilmektedir. Namaza içerisinde getirmiş olduğumuz tekbirler ise: ”Allah-u Teala’ya yakışır bir ibadet yapmağa liyakat ve gücümüz olmadığını” gösterir. Rükûda söylemiş olduğumuz tesbihlerde bu mana bulunduğundan rükûdan sonra tekbir emrolunmadı. Secde tesbihlerinden sonra tekbir emrolundu. Çünkü secde, tevazu ve aşağılığın en ziyadesi, zillet ve küçüklüğün son derecesi olduğundan bunu yapınca hakkıyla tam ibadet etmiş sayılabilir. Bu düşünceden korunmak için secdelerde, yatıp kalkarken tekbir söylemek sünnet olduğu gibi secde tesbihlerinde (a’la) demek emrolundu. Peygamber Efendimiz bir hadisi şeriflerinde, farz namazlarından sonra 33 tesbih, 33 tahmid, 33 tekbir emretmiştir. Bunun sebebi, bu fakirin anladığına göre, namazlardaki kusurlar tesbih (subhanallah) ile örtülür. Layık olan tam ibadet yapılamadığı bildirilir. Tahmid (elhamdülillah) ile namaz kılmakla şereflenmenin onun yardımı ve eriştirmesiyle olduğu bilinerek bu büyük nimete şükür ve hamd edilir. Tekbir (Allahuekber) ile de O’ndan başka ibadete layık kimse olmadığını bildirir. Yapılan ibadetlerin tazimi Mevla’yadır. İbadetlere ihtiyacı yoktur, O’nun isteği tazimdir. Cahiliyet zamanında kurban kesiyorlar ve kanlarını putlarına ve Kâbe’nin duvarına sürerek Allah’a yakınlık kastediyorlar ve kurbandan maksadın:”Etini fukaraya vermek ve kanını Kabeye sürmek” olduğunu söylüyorlardı. Bunun üzerine Mevla Teala buyurdu: ”Elbetteki onların ne etleri ve ne de kanları Allah’a erecek değildir. Velâkin ona sizden takva erecektir.”(Hacc 37) Mevla Teala saygıyı seviyor. Ders ayetimize devam edelim. ”Ve Allah, sizi bir topraktan sonra bir nutfeden yarattı ve sonra sizleri çiftler kıldı ve O’nun ilmi olmaksızın hiçbir dişi gebe olamaz ve doğuramaz ve bir yaşatılan yaşatılmış olmaz ve onun ömründen kısaltılmak da olmaz ki, illa kitapta yazıldmıştır. Şüphe yok ki O, Allah’a göre pek kolaydır.” Mevla Teala insanı ilk önce topraktan sonrada nutfeden yarattı. O nutfe de toprakta hâsıl oldu. Yaprakta yetişen patates, soğan, domates, biber vs.. insan tarafından yenildi ve mideye indi.Yenilen bu gıdalar orada tahlil edildi. Bir kısmı göze, bir kısmı kulağa bir kısmı saça gitti. Bir kısmından da insanın yaratıldığı su oldu. Ve Mevla Teala insanları sınıf sınıf kimin beyaz, kimini kırmızımsı, kimini esmer yarattı. Bunları kim yapabilir. Bir çocuğun rengini kim değiştirebilir? Habeşistanlı zenci bir şahsı sabunlarla, deterjanlarla yıkasanız cildi yine karadır. ”Ve bir yaşatılan yaşatılmış olmaz ve onun ömründen kısıtlamakta olmaz ki, illa kitapta yazılıdır.” Ayeti celilenin bu cümlesinden anlaşılıyor ki; ömür uzarda, kısalırda. Mesela bir adam sıla-i rahim yaparsa elli sene yaşayacak kırk sene yaşayacak. Bunların hepsi Levh-i Mahfuz’da yazılıdır. Amma şu da varki; o şahsın sıla-i rahim yapıp ömrü uzayacak mı? Yahut yapmayıp ömrü kısalacak mı? Bunu Mevla Teala biliyor ve ona göre takdir ediyor… kaynak: www.mahmudelofi.com Bu haber 4357 defa okunmustur.
|
E-BÜLTEN ÜYELİĞİ_SAAT_NAMAZ VAKİTLERİ |
||||||||||||||||
Bu sitenin içeriği titiz çalışmalar ile hazırlanmaktadır. Kaynak gösterilmesi şartı ile çoğaltılabilir. Altyapy: MyDesign Haber Sistemi |