Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimiz, hayatta iken ne kendi doğum günü, ne de herhangi bir yakınının doğum günü için özel bir kutlama töreni yapmadığı gibi böyle bir şey yapılması hususunda herhangi bir isteği ve emri de olmamıştır. Çünkü O’nun esas görevi, şahısları değil, dinin ilkelerini tanıtmaktı, vahyi tebliğ etmekti.
Bu sebeple Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimizin sağlığında, Onun doğum yıl dönümü kutlanmadığı gibi Hulefâ-i Râşidîn dönemiyle Emevîve Abbasî devirlerinde de mevlidle ilgili bir uygulamaya rastlanmamaktadır. Esasen ilk iki halife zamanında fetih hareketleriyle uğraşılması, son iki halife döneminde iç karışıklıkların hüküm sürmesi ve Emevî ile Abbasî yönetimlerinde de Resûlullah (S.A.V.) efendimiz soyuna destek anlamına gelecek olması sebebiyle böyle bir kutlamaya şartlar uygun değildi.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin gönderilişi, ALLAH Teâlâ’nın bütün insanlara bahşettiği en büyük nimetlerinden birisidir. Bu hususta Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:
“Andolsun ki içlerinden, kendilerine ALLAH’ın ayetlerini okuyan, kötülüklerden ve inkârdan kendilerini temizleyen, kendilerine kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle ALLAH, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur…” (Âl-i İmran Sûresi: 164)
Her nimet, şükrü gerektirir. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin kadrini bilenler, O’nun doğduğu geceyi, asr-ı saadet devrinden beri kutlarlar. Fakirlere sadaka vermek, yoksullara yemek ikram etmek, Kur’ân-ı Kerim okumak, çokça salavât getirmek ve nafile namaz kılmak gibi çeşitli ibadetlerle ihya ederler.
Bazı kimseler, Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin doğum yıldönümünün kutlanmasını kötü bir bid’at olarak görüyor ve bu kutlamayı yapanları kınıyor. Bu kötüleme ve kınamalar yersizdir. Çünkü Ebû Şâme el-Makdisî, İbn Abbâd en-Nefzîer-Rundî, Şemseddin İbnü’l-Cezerî, İbn Nâsırüddin ed-Dımaşkî, İbn Hacer el-Askalânî, İbn Hacer el-Heytemî, Şemseddin es-Sehâvî, Celâleddin es-Süyûtî, Şihâbüddin el-Kastalânî ve Muhammed b. Yûsuf eş-Şâmî gibi büyük din âlimleri ve daha nice ulema ve fukaha, bu kutlama ile ilgili, ilk devirlerde olmasa bile ALLAH Teâlâ’nın âlemlere rahmet olarak gönderdiği Hz.Peygamber (S.A.V.) efendimizin dünyaya gelmesi sebebiyle sevinmenin, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin doğumunu kutlanmanın, doğum günü münasebetiyle fakir ve muhtaçlara yardımda bulunup ibadet etmenin, Kur’ân-ı Kerim ve Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimize olan sevgiyle ilgili şiirler okumanın, temiz ve güzel elbiseler giyerek sevinç gösterisinde bulunmanın güzel bir yenilik olarak, birer güzel amel olduğunu belirtmişler ve dolayısıyla mevlid kutlamalarının bid’at-ı hasene sayılması, halk arasında görülen ve dinen hoş karşılanmayan davranışların bundan ayrı düşünülerek önlenmesi gerektiğini belirtmişlerdir.
Ayrıca Ebû Katade (R.A.)den rivayete göre, Hz.Peygamber (S.A.V.) efendimize pazartesi günü oruç tutmanın fazileti sorulduğunda:
“Bu, benim doğduğum ve ben peygamber olarak gönderildiğim gündür” (Müslim, Sıyâm: 197; Ebû Dâvûd, Savm: 54; Ahmed b. Hanbel, 5/29, 299) buyurarak bir bakıma bu güne önem atfetmiştir.
Resûlullah (S.A.V.) efendimiz, Medine-i Münevvere’de yahudilerin Muharrem’in onuncu yani aşure gününde oruç tuttuğunu görünce sebebini sormuş, onların bunun Firavun’un boğulduğu ve Hz. Musa (A.S.)’ın kurtulduğu gün olduğunu söylemeleri üzerine kendisinin bunu yapmaya daha lâyık olduğunu belirterek oruç tutmuş ve ashaba da oruç tutmalarını tavsiye etmiştir. (Buhari, Savm: 69; Müslim, Sıyam: 127; Ebu Dâvud, Sıyam: 64; İbn-i Mâce, Sıyam: 41; Darimi, Savm: 46; A.b. Hanbel, 1/291, 310, 336, 340) Bu husus, belli bir günde bir nimete nail olma veya belâdan kurtulma sebebiyle o günü anma ve şükür nişanesi olarak sâlih amellerde bulunmanın iyi bir davranış olduğunu gösterir.
Mevlid kutlamalarına olumlu bakan âlimler, kendisine Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimizin doğum haberini getiren Süveybe adlı cariyesini azat eden Ebû Leheb’in, ölümünden sonra ailesinden biri tarafından rüyada görülerek bu davranışı sebebiyle her pazartesi gecesi azabının hafifletildiğini ona söylediğine dair bir haberi4 ayrıca içinde Resûlullah (S.A.V.) efendimize vahiy indirildiğinden Kur’an-ı Kerim’de Kadir gecesine atfedilen önemin bütün insanlığa rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimizin dünyaya geldiği gün için öncelikle geçerli olacağı hususunu da görüşlerine dayanak olarak gösterirler.
Bid’at, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz zamanında olmayan “dinî” mahiyetli bir hususun sonradan dine sokuşturulması, dinden sayılması olarak tarif edilir. Mevlid okuma ve okutmanın bid’at olarak nitelendirilebilmesi için ona, “İslâm’da olmayan, ölünün kırkıncı, elli ikinci gecelerinde veya sene-i devriyesinde mevlid okutmak gereklidir” demek gibi dinî bir gereklilik veya ibadet şeklinde bir muhteva yüklenmesi gerekir. Bir de merasimlerde, mübarek ay ve gecelerde mevlid okunmasının vazgeçilmez bir âdet haline getirilmemesi, netice olarak insan kelâmı bir şiir olan bu metinlerin, okunması ve dinlenilmesi ibadet olan Kur’an-ı Kerim ile eşdeğerde görülmemesi ve değerlendirilmemesi gerekir.
Mevlid okumanın gerekli, vâcip veya mendup olduğu iddia edilmediğine, en fazla bunun hoş ve güzel bir gelenek olduğu bilinip kabul edildiğine göre; bunun bid’at olarak değerlendirilip, insanların kafasına kuşku sokmak son derece yanlıştır.
Mevlidin konusu, İslâm akaidinin temel direği olan tevhîd inancı ile Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimize duyulan muhabbet ve hürmetin bir tezahürü, O’nun mucizeleri ve üstün ahlâkıdır.
Mevlid, Müslümanların kalplerindeki Resûlullah (S.A.V.) efendimize duyulan sevgi, muhabbet ve hürmetin canlı tutulması ve O’na olan muhabbetin artırılması için büyük bir fırsattır. Resûlullah (S.A.V.) efendimizi sevmek, imanın temel kıstaslarından biridir. Enes b. Malik (R.A.) den rivayet edilen şu hadisi şerif bunun en açık delilidir. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz bakın ne buyurmuş:
“Sizden birinize ben ana-babasından, aile ve çocuklarından ve diğer bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça, o kişi bana ve tebliğ ettiğim İslâm dini’ne tam anlamıyla iman etmemiştir.” (Buhârî, İman: 8; Müslim, İman: 69, 70, Nesei, İman: 19) buyurmuştur. Abdullah b. Hişâm (R.A.) şöyle demiştir: Biz Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin beraberinde bulunuyorduk. Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Hz. Ömer (R.A.)’nun elinden tutmuş hâldeydi. Hz.Ömer (R.A.), Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimize:
- Yâ Resûlellah! Sen bana muhakkak ki, canımdan, hayatımdan başka herşeyden daha sevimlisin! dedi. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz de O’na:
“Hayır, öyle söyleme! Canım kudret elinde bulunan ALLAH Teâlâ’ya yemîn ederim ki, ben sana canından, hayatından daha sevimli olmadıkça, îmânın kemâle ermez.” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer (R.A.) de, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimize:
- Şu anda ALLAH Teâlâ’ya yemîn ederim ki, Sen bana muhakkak canımdan, hayatımdan da daha sevimlisin, dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
- Ya Ömer! İşte şimdi oldu, cevabını verdi. (Buhari; Eyman: 2; No: 6257; 6/2445)
Türk halkı, mevlid dinleyerek inancının vecdini bu günlere taşıyabilmiştir. Denilebilir ki: “Süleyman Çelebi, bu millete başlı başına bir dinî hayat armağan etmiştir.” Çünkü mevlidin, dinî kültürümüze sağladığı faydayı başka hiçbir eser sağlayabilmiş değildir. Buna bid’at diyen, bindiği dalı kesmiş olur. Mevlidin sözleri ve âdabına uygun şekilde okunması bid’at değildir.
Hicrî üçüncü asrın başlarından itibaren, bazı gruplar, bu geceyi cemaat halinde kutlamaya başladılar. Halk arasında yaygın bir âdet haline gelen bu kutlamaları, daha sonra devletler de sahiplendi. İlk olarak Mısır Fatımî devleti, mevlid kandilini, resmî bayram ilan etti ve muhteşem törenlerle kutlamaya başladı. Fâtımîler, hem Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin, hem de kızı Hz. Fatıma (R.Anha)nın doğum gününü, resmî bayram ilân etmişlerdi. Bu kutlu doğum törenleri için, İslâm dünyasının her tarafından büyük âlimler, meşhur hafızlar davet edilir, sarayda ve camilerde Kur’ân-ı Kerim okunur ve ilim meclisleri kurulurdu. Hatipler, şehir meydanlarında, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz ve Ehl-i Beyt’le ilgili menkıbeler anlatırlardı. Güzel sesli hafızlar, Kur’ân-ı Kerim, ilâhî ve kasîde okurlardı. Kazanlar dolusu pilav pişirilir, halka ikram edilirdi ve bu etkinlikler mevlid ayı boyunca sürerdi.
Ancak zamanla işler çığırından çıktı. Kur’ân-ı Kerim tilâveti, irşâd, zikir ve ibadet faaliyetleri ihmal edilir oldu. Onların yerini, oyun ve eğlence âlemleri aldı. Bazı günah ve hayâsızlığın işlendiği bir karnavala dönüştü.
Bu sebeble birçok fukaha, Mevlidin Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz devrinde ve O’na son derece bağlı olan ashap ve tabiîn zamanında kutlanmadığını, dolayısıyla bid’at olduğunu söyleyerek mevcut uygulamalara şiddetle karşı çıktılar. Mevlide karşı olan âlimlerin bu yaklaşımlarında kendi zamanlarındaki kutlamalarda görülen olumsuz davranışların büyük rolü vardır. Meselâ kutlamalar sırasında kıraat, zikir ve ibadet yanında çalgı çalınıp şarkı söylenmesinin, kadın ve erkeklerin bir arada bulunmasının da dinin yasakladığı hususlar olduğunu ve mevlidin harama vesile kılındığını belirttiler. Mevlidlerde görülen çirkin uygulamaları eleştirdiler ve bu konuda sessiz kalan ulemayı da kınadılar. Bu mübarek günün böyle olumsuzluklara âlet edilmesine şiddetle karşı çıktılar. Bid’at ve günah olduğuna dair fetvalar verdiler. Çok ağır yazılar yazdılar. Nihayet devlet eliyle yasaklattırdılar.
Bununla birlikte mevlid kutlamasının bizzat kendisine değil bu vesileyle işlenen kötülüklere karşı olduklarını belirttiler ve bu uygulamalardan kurtuluş yollarını gösterdiler. Mesela Kur’ân-ı Kerim tilâvetiyle, zikir, dua, hayır ve hasenatla ihya edenlere bir şey demediler. Zaten yasağın hedefi bunlar değildi. Rezilce hareket edenlerdi. Günümüzde, o tarihte yazılmış kitapları okuyan bazı kimseler, mevlid kutlamalarının bid’at ve günah olduğuna dair verilmiş o eski fetvaları görüyorlar. İşin içyüzünü bilmedikleri için, ibadetle yapılan ihya şekline de karşı çıkıyorlar. “Mevlid kandili bid’attır. Bak işte, filan âlim asırlar önce bunu yazmış” diyorlar. Ancak bilmiyorlar ki, o âlimler, işlenen günahları gözleriyle gördükleri için günah demişlerdi. Yoksa okunan Kur’ân-ı Kerim’e, getirilen salât ü selâm’a, yapılan hayır ve hasenata, çekilen zikir ve tesbihâta günah deme cesaretleri göstermeleri mümkün değildi.
Mesela günümüzde Ramazan ayında ve teravih namazı gibi ibadetler sırasında dinen haram veya mekruh olan bazı davranışların bulunması bu ibadetlerin haram sayılmasına yol açmadığı gibi, mevlid kutlamaları esnasında halk arasında görülen ve dinen hoş karşılanmayan davranışlar da aynı olup önlenmesi gerekir.
Sonuç olarak: Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimize sevgi ve bağlılığın bir göstergesi olması yanında çeşitli ibadet ve hayırlara vesile olması bakımından da mevlit kutlamalarının dinî yönden meşru bir davranış olduğu söylenmelidir. Bununla birlikte kutlamalar sırasında gayrimeşru tutum ve davranışların tasvip edilemeyeceği, bu tür uygulamalara sebep olan kutlamalardan uzak durulması gerektiği de açıktır. Kısacası: Bid’at olan, bu mübarek günü, günaha ve çeşitli rezaletlere âlet etmektir.
Mevlid okunacağına hatim okunsa, Kur’an-ı Kerim’den bir bölüm okunsa daha sevap ve daha faziletli olmaz mı? şeklindeki bir itiraz da yersizdir. Kur’an-ı Kerim okumak, namaz kılmak daha sevap ve faziletli bir davranıştır ama burada mesele sadece sevap meselesi değildir. Mevlid, toplumsal bir coşkunun, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin sevgisinin ve ona bağlılığın üst düzeyde edebî ve estetik olarak hissedilmesi, yaşanması ve dışa vurulması demektir. Kur’an-ı Kerim okumakla mevlid okumayı birbiriyle mukayese etmek veya birini diğerine alternatif göstermek yerine ikisini ayrı ayrı ve her birini kendi yeri ve amacı doğrultusunda değerlendirmek ve yaşatmak daha doğru olur.
Burada hatırlanması ve hatırlatılması gereken önemli bir husus vardır; o da, mevlid gibi dinî eğitim ve coşkuyu içeren sosyal ve geleneksel törelerin aslî ibadetlerin yerine geçmediği, bu tür sosyal ödevlerin kişileri, üzerlerine bizzat gerekli olan namaz, oruç, Kur’an okuma, infak ve yardım gibi dinî yükümlülüklerden muaf tutmadığı hususudur. Ancak günümüzde, özellikle de toplumumuzun dinî konularda sağlıklı ve doğru şekilde bilgilendirilmemiş kesimlerinde mevlid, türbe ziyareti, Kur’an-ı Kerim okutma, mübarek gün ve gecelerde dinî törenlere katılma gibi daha çok şekille ilgili dindarlığın hayli rağbet gördüğü ve bunun giderek dinî vecîbelerin yerini aldığı da üzülerek müşahede edilen bir gerçektir. Hâlbuki bütün bunlar, özde yakalanan ve yaşatılan dindarlığı ve gerçek dinî vecîbeleri güzelleştiren ve kolaylaştıran tâli ve şeklî katkılar olarak tanınmalı ve bilinmelidir.
Ancak bu gibi kutlamalarda, İslâm’ın ruhuna ve Şeriat-ı Ahmediyyeye aykırı haller ve şeyler olmamalıdır. Meselâ:
1- Kadın erkek karışık olarak Mevlid kutlaması yapılmamalıdır.
2- Mahrem-namahremliğe dikkat edilmeli, kadınlar namahrem erkeklere süslü-püslü ve kokulu halde gözükmemelidir.
3- Lüks-israf ve benzeri haramlardan kaçınılmalıdır.
4- Mevlit toplantısı çeşit çeşit börek, çörek, pasta ve ev eşyaları ile bir gösteriş halini almamalı, böylece fakirlerin gıpta damarlarını kabartıp onları hasetliğe zorlamayacak sadelikte olmalıdır.
5- Sırf Resûlullah (S.A.V.) Efendimizi övme, tanıtma, mevlidin içerdiği öğütleri başkalarına duyurma, güzel okuma ile gönülleri yumuşatma, onlara Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin sevgisini aşılama, İslâma ısındırma maksadıyla yapılmalıdır.
6- Bu vesile ile bir araya toplanıp gelenlere vaaz ü nasihat yapılıp mümkün mertebe dînî bilgiler de aktarılmalıdır.
7- Kur’ân-ı Kerim kıraati ve Mevlid kasideleri bu işi meslek haline getirmiş birtakım cerrarlar ve ücretle okuyan profesyonel artistler tarafından tarifeye bağlı şekilde ücretle okunmamalıdır. Okuduğu ile kendisi dahi etkilenen maneviyatlı kimselere okutulmalıdır.
Bunlara riayet edilmezse, mevlid çirkin bir bid’at ve insanları dinden uzaklaştıran bir kandırmaca ve bir günah vesilesi olmuş olur. Günümüzdeki uygulanış biçimi, ne yazıkki genellikle böyledir.
Zamanımızda dehşetli bir dinden uzaklaşma, irtidat cereyanı vardır. Mevlid törenleri halkı ve gençliği Peygambere ve dine yaklaştırmak için güzel bir vesiledir. Yeter ki, Mevlid bezirgânlığa âlet edilmesin, ruhsuz ve basmakalıp bir şekilde kutlanmasın, törene katılanlar coşturulsun, heyecanlandırılsın, gönüller harekete geçirilsin. Mevlidde bulunan şu sözlere kim karşı çıkabilir:
“ALLÂH adın zikredelim evvela
Vacib oldu cümle işte her kula
ALLÂH adın her kim ol evvel anâ
Her işi âsan eder ALLÂH anâ
ALLÂH adı olsa her işin önü
Hergiz ebter olmaya anın sonu
Bir kez ALLÂH dese şevkile lisan
Dökülür cümle günah misli hazan
İsm-i pâkin pâk olur zikreyleyen
Her murada erişir ALLÂH diyen
Aşk ile gel imdi ALLÂH diyelim
Dert ile göz yaş ile ah edelim.”
Mevlidin sonundaki şu dua cümleleri ne mükemmel!
“Yâ İlâhi saklagıl îmânımız
Verelim îman ile tâ cânımız
Sâna lâyık kullarınla hemdem et
Ehl-i derdin sohbetine mahrem et
Hem Süleymân-ı fakîre rahmet et
Yoldaşın îmân makâmın cennet et
Yâ İlâhi kılma bizi dâllîn
Bu dûâya cümleniz deyin âmîn âmîn
Ümmetinden râzı olsun ol muîn
Rahmetullâhi aleyhim ecmâin.”
Tek cümle ile özetlemek gerekirse, içinde şeriata aykırı şeyler ve haller olmamak şartıyla mevlid kutlamaları bid’at-i hasenedir. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. O’nu ne kadar çok zikr edersek, ne kadar fazla anarsak, ne kadar candan seversek o derecede feyiz ve bereket buluruz.
Tanrılaştırmamak şartıyla O’nu ne kadar yüceltsek yeridir. Resûl-i Kibriya (S.A.V.) Efendimiz bizim ve bütün insanlığın velinimetidir. Bize ebedî saadet yolunu gösteren o zatı ne kadar tebcil etsek azdır. O, ALLAH’ın kulu ve Resûlüdür. Bize en güzel örnek ve model olarak gönderilmiştir. Yeri kalbimizdedir, zikri dilimizdedir.
Mevlid geleneği, bazı yönleriyle hâlâ çok canlı yaşıyor. Bazı yönleriyle diyorum, çünkü yarım asır içinde sosyal hayatta çok şey değişmiştir. Tabii bu değişim kültüre de yansıdı. Kırk elli sene önce kandil geceleri, camileri hıncahınç dolduran o kalabalıklar artık görülmüyor. Herkes evinde, televizyondan mevlid dinlemeyi tercih ediyor. Cami mevlidleri de, ev mevlidleri de eskisi kadar ilgi çekmiyor, çokça okunmuyor. Büyük sofraların kurulduğu yemekli mevlidler de artık yapılmıyor. Onun yerine, mevlid şekeri veriliyor. Sanıyorum şeker verme âdeti de yakında ortadan kalkar. Çünkü şekerin zehir olduğu söyleniyor. Eskiden mevlid okuyanlara açıktan para verilmezdi. Bir hediye paketi içinde, gizlice takdim edilirdi. Daha önceleri hediye bohçası verilirmiş. Bohçada bir gömlek, bir çift çorap, bir de havlu veya mendil olur, altınlar mendil veya havlu arasına konurmuş. O âdetler unutuldu. Şimdi birçokları, mevlid okuyan hafız efendiye, kapı aralığında taksi şoförüne ücret öder gibi açıktan ödeme yapıyor. Bununla görgü ve nezaket alanındaki gerilemeyi anlatmaya çalışıyorum. Mevlid okunan yer, okuyan kişi, okutan aile ve dinleyen cemaat açısından bir hayli değişiklik olmuştur.
-
Eskiden mevlid okumak, mevlidhân olmak, bu sanatın icrası bakımında bir ayrıcalıktı. Çünkü her önüne gelen mevlid okumaya kalkmazdı. Herkes haddini bilirdi. Bilmeyenlere de cemaat haddini bildirirdi. Yani ayakkabısını alan, çeker giderdi. O da camiinin duvarlarına okumak zorunda kalırdı. Ehl-i Kur’ân olan bazı hafız efendiler, özellikle mevlid okumak istemezlermiş. Kur’ân-ı Kerim okuyuşundaki tavırları bozulmasın diye. Yani Kur’ân-ı Kur’ân gibi, mevlidi de mevlid gibi okumak esastır. Mevlid okumak daha zordur. Çünkü irticalen beste yapmaktır. Bu da makam ve geçkilere, ses perdelerine, vezne, tavır ve ritme iyice hâkim olmayı gerektirir. Nerede karar verecek, nerede meyan gösterecek, nerede makam değiştirecek, bunların hepsini yerli yerinde yapmak zorundadır. Her şeyden önce, mevlidi tavır ve üslubunu bozmadan okuyacak; şarkı, ninni, türkü veya ezan gibi okumayacak.
Bugün durum nedir? Herşey taklitten ibaret. Ne vezne riayet eden var, ne ritme ve cümle taksimatına, nede mevlid bahirlerinin anlam ve muhtevasına! Bakıyorsunuz, tevhîd bahrinin orta yerinde “Meded yâ Resûlâllah” deyip Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimizle ilgili bir kaside okunuyor. Oysa onun yeri orası değil, belki velâdet veya merhaba bahridir. Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimizin doğum olayını anlatan mısralar arasında, ölüm kasîdesi okunuyor: “Urgansız zincirsiz bağlar seni” diye. Bir de ardından “Yâ Resûlâllah!” diye bağırıyor, Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimizi zincire vuruyor!
Zevk sahibi insan mı kalmadı, diye soruyorsunuz. Zevk sahipliği bilgiyle olur. Bilen azalınca zevk de azalır. Sadece mevlid okuma konusunda değil, din kültürünün bütün alanlarında korkunç bir çöküntü söz konusu. Cehalet ve avâmlık, almış başını gidiyor. ALLAH sonumuzu hayır eylesin. Amin.
Mevlid geleneğimiz tamamen bitti veya sona erdi demek doğru olmaz. Halk kendi kültürüne ve geleneğine sahip çıkar da ilgi gösterirse, gelenek yaşar. Gelenek canlanırsa ehliyetli mevlidhânlar da çıkar.
Asıl adı “Vesîletün-necât” olan meşhur Mevlid eserinin müellifi Süleyman Çelebi hakkında kısa bir bilgi verelim:
Süleyman Çelebi 752/1351 yılında Bursa’da doğdu. İlimle uğraşan kültürlü bir aileden olup, taşıdığı “Çelebi” unvanı da aynı zamanda arif ve kâmil bir kimse olduğunu ortaya koymaktadır. Süleyman Çelebi’nin dinî ilimlere vukufunu, eserinde işlediği konuları âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle ustaca desteklemesi de göstermektedir.
Yıldırım Bayezid devrinde bir süre Dîvân-ı Hümâyun imamlığı, daha sonra da Bursa Ulu camiinde imamlık görevinde bulundu. 825/1422 yılında vefat etmiştir. Kabri Bursa’da Çekirge yolunda, Eski Kaplıca yakınlarındaki Yoğurtlu Baba Zaviyesi önünde bulunan sırt üzerindedir.
ismailaga.info
Bu haber 3455 defa okunmustur.