Peygamber Efendimiz buyuruyorlar ki: ;Evlatlarınıza Eshab-ı Kehf;in isimlerini öğretiniz.; Çünkü onların isimleri bir binada bulunursa, o bina yanmaz; bir eşya üzerine yazılırsa, o eşya çalınmaz; bir hayvan üzerinde bulundurulursa o hayvan kaçıp gitmez.
ESHAB-I KEHF
Peygamber Efendimiz buyuruyorlar ki: “Evlatlarınıza Eshab-ı Kehf’in isimlerini öğretiniz.” Çünkü onların isimleri bir binada bulunursa, o bina yanmaz; bir eşya üzerine yazılırsa, o eşya çalınmaz; bir hayvan üzerinde bulundurulursa o hayvan kaçıp gitmez.
Yangında bir bez parçası üzerine Eshab-ı Kehf’in isimleri yazılıp ateşin ortasına atılsa, yangın söner.
Çok ağlayan çocuğun beşiğinde başının altına konulsa, çocuk ağlamaz.
Çekirge için, bir kâğıt üzerine yazılıp bir ağaca takılıp tarla ortasına dikilirse çekirgeler gider. Hamile kadının sol oyluğuna bağlanırsa, doğum kolay olur.
Ayrıca; Uyuyamayan bir kimseye, Haşir Suresinin sonunda Lev enzelnâ’dan başlayarak 4 ayet, arkasından da Eshab-ı Kehf’in isimleri okunursa, o kimse uyur.
ESHAB-I KEHF’İN İSİMLERİ
Mernûş, Mekselînâ, Mislînâ, Yemlîhâ,
Kefeştatayyûş, Şâzenûş, Debernûş,
Kıtmîr .( Køpeklerinin ismi dir )
Hazreti İsa’dan (a.s.) sonra încil ehlinin işi karmakarışık, alt üst olmuş, aralarında günahkârlar bürümüş, hükümdarlar azgınlaşmış ve putlara tapar; putlar için kurbanlar keser hale gelmişlerdi. Bu yolda en ileri gidenlerden birisi de Rum hükümdarlarından Dekyanus idi. Bu hükümdar Rum diyarını dolaşıp putperestliği kabul etmeyen İsa ümmetini katlediyordu.
Dekyanus bu gezisi sırasında nihayet Eshâb-ı Kehf’in şehri olan Dekinos’a da indi. İner inmez de îman ehlini takip ve toplanmasını emretti, iman ehli bunu duyduklarından dolayı şuraya buraya kaçıp gizlenmişlerdi. Şehrin kâfirlerinden tâyin ettiği zabıtası, îman sahiplerini takip ediyor, gizlendikleri yerlerden çıkarıp Dekyanus’a getiriyorlardı. O da putlara kurban kesilen mezbahalara sevk edip kendilerini putlara tapmak ile öldürülmek arasında muhayyer bırakıyordu. Alçak dünya hayatına rağbet gösterip de bu katliâmdan korkanlar onun dediğini yapıyorlar, ebedî hayatı tercih edenleri ise öldürüp parçalayıp şehrin sûrlarına ve kapılarına asıyorlardı.
Ya putlar, ya ölüm!
Bu durumu gören bir kaç genç ki, onlar Rum’un asilzadelerinden bir rivayete göre de hükümdarın yakınlarından idiler. Kendileri hür kimselerdi. Bunlar bu vaziyetten çok müteessir oldular, bu fitnenin defi için Allahü Teâlâ’ya göz yaşlarıyla yalvararak namaz kılıp dua ediyorlardı. Zalim hükümdarın adamları bunları ihbar ettiler. Bunun üzerine Dekyanus, onları bir sohbet halinde iken bastırıp huzuruna getirtti ve bir şeyler söyledikten sonra kendilerini Ya putlara tapmak veya ölüm»den birini seçmek üzere muhayyer bıraktı. O vakit o yiğitler de Allahü Teâlâ’nın kendilerine verdiği rabıta ve metanetle kıyam edip dediler ki:
Ondan başkası yalandır!
— Bizim bir ilâhımız vardır ki, O’nun azamet ve kudreti Gökleri ve Yeri kaplar. O, Göklerin ve Yerin Rabbidir. Biz O’ndan başka birine ilâh demeyiz, asla ibadet etmeyiz. Senin davetine uyma ihtimalimiz ebediyyen yoktur. Doğrusu biz öyle yaparsak o vakit akıldan uzak, haddini aşmış, yalan söylemiş oluruz. Çünkü ondan başka ilâh muhaldir, yalandır. Hükmün ne ise yap!
Düşünmek için mühlet verdi
Yiğitlerin böyle kıyam edip gereken cevabı vermeleri üzerine Dekyanus, onların üzerlerindeki asalet elbiselerinin soyulmasını emredip yanından çıkardı ve kendisi mühim bir iş için Ninova şehrine gitti ve geri dönünceye kadar onlara düşünmek için mühlet verdi; kendisinin dediğine uyarlarsa uyarlar, yoksa diğer Müslümanlara yaptığını yapacaktı.
Nafakayla Yemliha ilgilendi
Bunun üzerine gençler kavimlerinden de böyle yüz çevirdikten sonra çekilip kendi kendilerine dinlerini muhafaza etmek için karar verip şehrin yakınındaki Benclüs dağında sarp bir mağaraya gizlenmeyi kararlaştırdılar. Her biri babasının hanesinden bir şeyler aldı, bazısını sadaka olarak verdiler, kalanını da nafaka edinerek gidip o mağaraya sığındılar. Burada gece ve gündüz namaz kılıyorlar, Allahü Teâlâ’ya inleyerek, yalvararak niyaz ediyorlardı. Nafakalarına ait işleri Yemliha’ya vermişlerdi. O, sabahleyin bir miskin kıyafetine girerek şehre giriyor, lâzım olanı alıyor, biraz da havadis öğrenerek arkadaşlarının yanına dönüyordu.
Hakiki mümin idiler
Böylece bu yiğitler müşriklere karşı baş kaldırıp Allah’ın birliğini, tevhidi ilân ettiler. Hâsılı bu gençler, Allah’tan başka ilâh tanımayan hakikî mümin idiler, işleri de Allah-u Teâlâ’nın hidayetiyle dinlerini korumak için zalim müşriklerin zorlama ve şiddetlerine karşı baş kaldırmak olmuştu. Şirke sapan ve dünya hayatına rağbet gösteren Hıristiyanlara benzemiyorlardı. Hükümdarın ve müşriklerin huzurunda böyle kıyam edip olanca rabıta ve kalb metanetiyle söz birliği halinde tevhidi ilân ederek kendileriyle beraber hakkı söylemeyip şirke sapan kavimlerini tahkir ve takbih ederek şöyle söylediler:
— Bak hele, şunlar, şu bizim kavim Allah-u Teâlâ’dan başka ilâh kabul ettiler. Allah-u Teâlâ’nın ilâh olduğuna ve Rab olmasının büyüklüğüne Gökler ve Arz gibi açık deliller var. Fakat O’ndan başkasının ilâh olduğuna dair açık bir delil getirseler ya bakalım? Ne mümkün?.. Delilsiz dâva kabul edilir mi? Veya şunun bunun keyfî tahakküm ve tasallutu delil tutulur mu?
Mağaranın yeri, kaç kişiydiler?
Eshâb-ı Kehf in uyudukları mağaranın mevkii ile alâkalı olarak muhtelif yerler rivayet edilegelmiştir. Ancak bugün ziyaret edilmekte olan Tarsus yakınlarındaki mevkiin onlara ait yer olduğu büyük ihtimalle zannedilmektedir. Bu kıssaya ait hususlardan biri de onların üç kişi olup kelbleriyle (köpekleriyle) birlikte dört, veya beş kişi olup kelbleriyle beraber altı, yahut da yedi kişi olup kelbleriyle beraber sekiz olduklarına dair rivayetlerdir ki, doğruya en yakın olanı sonuncusudur. Doğrusunu Allah-u Teâlâ bilir. -Eshâb-ı Kehf’in mağarada uyuma sürelerinin ise üç yüz dokuz sene olduğu yine Kur’an’ın beyanıdır. (Kehf Sûresi)
Ve kapı kapandı…
Dekyanus şehre geri dönünceye kadar bu şekilde durdular. Zalim gelir gelmez bunları isteyip babalarını getirtti. Babaları onların kendilerine isyan ve mallarını da yağma ederek çarşılarda israf ile dağa kaçtıklarını söyleyip özür beyan ettiler. Yemliha bu fena durumu görünce pek az azık alıp ağlayarak mağaraya vardı ve arkadaşlarına dehşeti haber verdi. Hepsi ağlaşarak secdelere kapanıp Allahü Teâlâ’ya yalvardılar, sonra başlarını kaldırıp oturdular, yapacakları iş hakkında konuşmaya başladılar. Derken Allahü Teâlâ bunlara bir uyku verdi, yattılar, nafakaları baş uçlarında olduğu halde uyuyup kaldılar. Beri tarafta Dekyanus hiddetinden ne yapacağını düşünüyordu. Onları uykuya daldıran Allah-u Teâlâ bunun kalbine de mağaranın kapısını kapatmayı getirdi. Bunun üzerine Dekyanus mağaranın kapısının ördürülmesini emretti:
— Açlıktan, susuzluktan ölsünler, mağaraları kabirleri olsun! dedi.
İki kuru levha
Adamları da öyle yaptılar. Ancak Dekyanus’un hanesinde îmanını gizleyen iki mü’min vardı. Birinin adı Pendros, diğerininki ise Runas idi. Bunlar Eshâbı Kehf’in isimlerini, neseblerini ve kıssalarını iki kuru levhaya yazıp bir bakır sandığa koyarak yapılan duvarın içine koymayı kararlaştırdılar ve bu şekilde yaptılar.
Güneşe göre döndürülürlerdi
Bu yiğitler öyle bir vaziyette uykuya dalmışlardı ki, görülse uyanık zannedilir fakat hakikatte ise uykuda idiler. Uykuda oldukları halde gözleri açık, sağa ve sola dönüyorlardı. Köpekleri Kıtmîr ise mağaranın girişinde kollarını serîvermiş bir vaziyette uyuyordu. Üzerlerine çıkıp varılsa mutlak dönülür kaçılır, korkudan donakalırlardı. Zira vaziyetleri öyle heybetli, öyle korkunç idi. Bu itibarla kendilerine kimsenin muttali olması mümkün değildi. Öyle bir rahatlık içinde uyuyorlardı ki Güneş doğduğu zaman mağaralarından sağ tarafına, batarken de onları sol taraflarına döndürülüyorlardı. Yani üzerlerine gün bile değmez, değse de nihayet batış sırasında soldan biraz kırkar geçerdi. Çünkü mağaranın vaziyeti buydu. Her tarafı gizli, ancak kapısı biraz batıya meyilli olarak kuzeye bakıyordu. Onlar ise mağaranın bir geniş yerinde sıkıntısız bir şekilde yatıyorlardı.
Ne kadar uyudular?
Eshâbı Kehf’in o suretle Allah için baş kaldırması ve kavimlerini terk edip mağarada böyle yatmaları, Allah-u Teâlâ’nın kudret ve rahmetinden bir delil, bir keramettir. İşte böylece ilâhî bir rahmet olarak bu yiğitlerin o mağarada senelerce uyuyup muhafaza edilmesinden sonra Allah-u Teâlâ onları bir delil olarak ba’s de etti, ölü diriltir gibi uykudan uyandırdı. Eshâbı Kehf uyandıkları vakit aralarında soruşturmaya başladılar ve içlerinden biri:
— Ne kadar durduk, ne kadar uyuduk? diye sordu. Kimisi:
— Bir gün, diye cevap verdi. Kimi de:
— Bir günden âz, dediler. . Nitekim kıyamette diriltilecekler de böyle sanacaklardır. Bu konuşma esnasında kimi de daha fazla durulduğunu sezerek aralarındaki ihtilâfı kesmek için dediler ki:
Allahuvalem…
— Ne kadar durduğumuzu Rabbimiz en iyi bilir. Binaenaleyh ihtilâfı bırakalım da, hemen birimizi şu gümüş paramızla şehre gönderelim, en temiz yiyecek hangisi baksın ve bize ondan bir rızk getirsin, çok dikkat ve nezaketle hareket etsin, sakın bizi kimseye sezdirmesin. Zira başımıza binerlerse şüphe yok ki, ya bizi öldürecekler veya eziyet edip milletlerinin dinî putperestliğe döndürecekler. O zaman da ebedî kurtuluş bulamayız…
Allah vaadini tutar!
Böyle konuştular ve bu sözü kabul ettiler de, içlerinden Yemliha’yı şehre gönderdiler. Fakat Hüdânın takdirine bak ki, o derece sakınmalarına rağmen Allah-u Teâlâ, bu suretle kendilerini tanıttırdı. Çünkü Yemliha’nın elindeki para, o zamanki insanlara göre hayli eski olduğundan dikkati çekmiş ve yakalanmasına sebep olmuştu. Bu şekilde Allah-u Teâlâ va’dinin hak ve saatinin şüphesiz olduğunu insanlar muhakkak bilsinler diye, bu durumu yaratmıştı. Zira mağarada ne kadar durduklarını bilemeyen Eshâb-ı Kehf senelerce yattıkları yerden kabirden kalkar gibi uyanıp kalktıklarını anlamış ve vaktiyle baş kaldırdıkları müşriklere karşı muvaffak olduklarını ve talep – ümit ettikleri ilâhî rahmetin bir tecellîsini görmek ve daha önce îman ettikleri şekilde Alah’ın va’dinin hak olduğunu müşahede ile bilmiş oluyorlardı. Ve bu suretle gerek kendileri ve gerek diğerleri için Kıyametin şüphesiz olduğuna da bir delil ve misâl olmuş bulunuyorlardı.
Bu haber 4456 defa okunmustur.