| ||||||||||||||||||
| ||||||||||||||||||
mekke medine canlıfacebook sayfasımız |
100. Mektup21 Mart 2013, 16:33 Çınar Erdoğan * Molla Hasan el-Keşmîrî’ye yazılmıştır 100. MEKTUP
Gelmesi ile bizleri şereflendiren mektubunuz vasıl oldu, içerdiği konular, bâplar, fasıllar, cüz'î meseleler ve usûller açık olarak anlaşıldı. Şeyh Abdulkebîr Yemenî'nin "Allah Sübhânehû gaybı bilmez" sözü de mektubun içerdiği konulardandır. Efendim! Bu fakirin bu tür sözleri duymaya kesinlikle tahammülü yoktur. Söyleyeni ister Yemenli Şeyh Abdulkebîr olsun, isterse Şamlı Şeyh-i Ekber olsun. Bu tür sözleri duyduğumda elimde olmadan Farûkî damarım harekete geçiyor. Öyle ki, düşünme mecali, tevil ve tevcîh fırsatı kalmıyor. Bize lazım olan Muhyiddin İbn-i Arabi'nin, Sadruddîn Konevî’nin ve Abdurrezzak Kâşî'nin değil, yalnızca Muhammedü'l-Arabî'nin (s.a.v.) sözlerine tâbi olmaktır. Biz nusûsa (naslara)1 sarılırız,Fusûs'a2 değil. Futûhât-ı Medeniyye, bizleri Futûhât-ı Mekkiyye'ye ihtiyaç duymaktan kurtarmıştır.3 Allah Sübhânehû Kur'ân-ı Mecîdinde kendini 'gaybı bilen’ (Cin: 26) diye vasfetmiş ve bu vasfı, ’zât'ına kullanmıştır. Şu halde O'nun gaybı bilmediğini ileri sürmek çok çirkin ve tiksindiricidir. Hatta gerçekte Hak Sübhânehû yu yalanlamaktır. ’Gayb' kelimesi ile başka bir mânâyı kastetmek, bu sözün şenaatini ortadan kaldırmaz. "Ağızlarından ne büyük (küstahça) söz çıkıyor!" (Kehf: 5) Ah bilebilseydim! Onları şeriata aykırı olduğu çok açık olan bu tür sözleri söylemeye götüren nedir? İbn-i Mansür “Ene'l-Hak (Ben Hakkım)” sözüyle ve Bistâmî de "Subhânî (Kendimi noksan sıfatlardan tenzih ederim)" derken mazurdurlar. Çünkü bunlar (bu sözleri söyledikleri anda yaşıyor oldukları tasavvufî hâllerin etkisi altında kalmışlardır. Ancak yukarda değindiğimiz türdeki sözler, hâlin galebe çalması durumuna dayanmamaktadır. Aksine, söyleyenin ilmi sonucunda ve tevile dayanarak sâdır olmuş olup özrü kabul edilir bir durum değildir. Halbuki bu makamda tevil kesinlikle kabul edilmez. Yalnızca sekr halinde olanların sözleri zâhirî anlamlarının dışına hamledilebilir, başkası değil. Eğer bu tür sözler söyleyen kişinin maksadı halkın kendisini ayıplaması ve kendisinden nefret etmesi ise bu da fenâ ve çirkindir. Çünkü halkın kınamasını sağlayacak yollar çoktur. Böyle olduğu halde hangi zarûret insanı küfür sınırına ulaştıran bir şeyi işlemeye götürür?! Siz bu sözün tevili ile ilgili konuştunuz ve onunla ilgili açıklama istediniz. O halde biz de "her sorunun bir cevabı vardır" hükmü gereği bu konu hakkında zarurî olarak konuşacağız: Gayb ilmi Allah katındadır. "Gayb, ma'dûmdan başka bir şey değildir. Ma'dûm (olmayan şey) malum olmaz. Çünkü ilim ma'dûmla ilgilenmez" denilmektedir. Bunun mânâsı şudur: Gayb Allah Sübhânehû’ya nisbetle mutlak yokluk olup herhangi bir şey olmadığına göre, ilmin gayb ile ilgilenmesi anlamsızdır. Çünkü gaybın bilinmesi onu mutlak yokluktan ve hiçbir şey olmaktan çıkarır. Görülmez mi ki; ’Hak Sübhânehû ortağını bilendir’ denilmez. Çünkü O’nun ortağı zaten hiç olmamıştır ve hatta hiç tir. Evet gayb ve şerîk mefhumlarını tasavvur etmek mümkündür, ancak söz onların mefhumunda değil tasdik ettiği manadadır. Tüm muhallerin durumu da bunun gibidir. Çünkü muhal olan şeylerin mefhumunu tasavvur etmek mümkündür ancak sonucunu tasavvur imkansızdır. Zîrâ malumluk bir şeyi muhal olmaktan çıkarır. En azından o şeye zihnî bir varlık vermek gerekir. Mevlânâ Muhammed Rûcî’nin yorumuna karşı yaptığın itiraz doğrudur. Çünkü mücerred ahadiyyet mertebesinde ilim sıfatının Allah'a olan nisbetini reddetmek, mutlak olarak ilmi reddetmeyi gerektirir. Buradaki reddi, gayb ilmi ile sınırlamanın da (sadece gaybı bilmez demenin) bir delili yoktur. Mevlânâ'nın yorumundaki bir diğer mesele şudur: İlmî nisbet, mücerred ahadiyyet mertebesinde her ne kadar nefyedilmişse de Allah Teâlâ'nın biliciliği (Alim niteliği) olduğu gibi kaimdir. Çünkü Allah Teâlâ bu mertebede zât ile bilir, sıfatla değil. Zîrâ burada sıfatlar nefyedilmiştir. Görülmez mi ki; sıfatları baştan reddedenler, Hak Teâlâ'nın 'Alim' olduğunu söylemektedirler. Hak Sübhânehû'nun sıfatlarını reddetmelerine rağmen böyle derler. Sıfatlara bağlı olan inkişâfın, zâta bağlı olarak gerçekleştiğini söylerler. Burada da durum böyledir. "Gayb" sözü ile Allah'ın gaybdan ibâret olan zâtının kastedilmesi ve ilmin o gayba taallukunun caiz olmaması şeklinde açıkladığınız yoruma gelince bakılır; eğer ilimden maksat Vâcib Teâlâ ve Tekaddes’in ilmi ise, bu doğruya en yakın olan yorumdur. Ancak Vâcib Teâlâ'nın ilminin, zâtına taalluk etmesinin câiz olmaması konusunda bu fakirin söyleyecekleri vardır. Şöyle ki; câiz olmaması konusunda açıkladıkları gerekçe, ilmin hakikatinin malumu kuşatmayı gerektirmesidir. Zât-ı Mutlak ise kuşatılmamayı gerektirir. Ve bu kendisini bilme noktasında zâtı ile ilim sıfatı birleşmez. Burada ihlal ve haddi aşma vardır. Çünkü bu mânânın, yani ilmin hakikatinin malumu kuşatması gerekliliği, malumun sûretine ulaşmak için olan husûlî ilimde, kuvve-i müdrikede (havsalada) olur. Huzûri bilgidekine gelince, bu mânâyı zaten gerektirmemektedir. Bizim bahsettiğimiz ilim de husûlî değil huzûrîdir ki burada bir sakınca yoktur. Vâcib Sübhânehû'nun ilminin zâtı ile ilgilenmesi husûlî yolla değil, huzûri yolladır. Allah Sübhânehû hâlin hakikatini en iyi bilendir.4 Salât u selam, Efendimiz Muhammed Mustafa'ya ve onun temiz ehl-i beytine olsun. Selamlar
1 Nas (nusûs): Dinin iki asıl kaynağı olan Kur'ân-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerdir. 2 Muhyiddîn İbn Arabi'nin ünlü eseri "Fusûsu'l-Hikem". 3 «Fütuhat-ı Medeniyye» ile Kur'ân-ı Kerîm ile hadis-i şerifler; «Futûhât-ı Mekkiyye» ile ibn-i Arabi'nin meşhur eseri kastedilmektedir. 4 Bu mektubun muhtevasıyla ilgili olarak şu mektuplara da bakılabilir; Arapça Mektubat, birinci cilt 23, 41,112, 220, 268, 285, 293; İkinci cilt 80; Üçüncü cilt 33,119. Bu haber 4517 defa okunmustur.
|
E-BÜLTEN ÜYELİĞİ_SAAT_NAMAZ VAKİTLERİ |
||||||||||||||||
Bu sitenin içeriği titiz çalışmalar ile hazırlanmaktadır. Kaynak gösterilmesi şartı ile çoğaltılabilir. Altyapy: MyDesign Haber Sistemi |