| ||||||||||||||||||
| ||||||||||||||||||
mekke medine canlıfacebook sayfasımız |
102. Mektup21 Mart 2013, 16:35 Çınar Erdoğan * Molla Muzaffer’e yazılmıştır 102. MEKTUP
Hamd Allah'a aittir. Selam O'nun seçtiği kulların üzerine olsun. O gün, fazla ile birlikte olan borçtaki fâizin yalnızca fazlalıkta olduğunu; on iki dirhem karşılığında verilen on dirhem borçtaki haramlığın yalnızca fazlalık olan iki dirhemde olduğunu söylediniz. Bazı fıkıh kitaplarına müracaatım sonucunda ortaya çıktı ki; şeriata göre içinde karşılıksız fazlalık olan her akit, fâiz akdidir ve bu akit zarurî olarak haram olur. Haramı elde etmeye götüren her şey haramdır. Böylece o on dirhem de haram olmaktadır. Câmi'u'r-Rumûz 1 kitabı ve İbrahim Şâhî'nin kitabının rivâyetlerini göndermekten maksat da bu mânânın açıklanması idi. Geriye, ihtiyaç duyma durumunda bu fazlalığın alınmasının izahı kaldı. Dostum! İhtiyacı olan ve olmayan herkes için fâizin haramlığı genel ve kesin nass ile sabittir. İhtiyaç sahibi olanı bu hükümden istisna etmek, bu kesin hükmü neshetmek demektir. 'Kınye'2 nin rivâyeti ise bu kesin hükmü neshedecek mertebede değildir. Lahor Ulemasının en bilgilisi olan Mevlana Cemal Lahorî bu kitapla ilgili şunları söylemiştir: "Muteber kitapların rivayetine muhalif olması sebebiyle Kınye'nin rivayetlerinin çoğuna itimat edilmez." 3 Kınye'nin rivâyetinin sahih olduğu kabul edilse bile Allah Teâlâ'nın "Her kim aşırı açlık durumunda çaresiz kalırsa ..." (Maide: 3) sözünün, fâizle ilgili kesin hükmü sınırlandırabilmesi için buradaki ihtiyacın zarûret ve açlık boyutunda olması gerekir. Açlıktan takatin kesildiği durumda takat kazanma amacıyla yemek durumu da bunun gibidir. Rüstem ile ancak Rüstem gibiler savaşabilir! Aynı şekilde eğer muhtaç daha geniş anlamıyla ele alınmış olsaydı bu muhtaç olan kişinin, faizin haramlığı hükmünün açığa çıkmadığı bir mahalde olması gerekirdi. Yoksa fâiz olarak fazlalık ödemeyi kabul eden herkes tabii ki onu ihtiyacı sebebiyle kabul eder. Çünkü hiç kimse kendi zararına olacak bir şeyi ihtiyacı olmadığı halde kabul etmez. [Eğer konu, bu şekilde kabul edilecek olursa] Hakîm ve Hamîd Teâlâ'nın katından inen bu hükmün (fâizi haram kılan hükmün) fazla bir faydası olmaz ki; O’nun Aziz Kitabı bu tür vehimlerden münezzehtir. Farz-ı muhal ihtiyacın umûmîliği kabul edilse bile ben derim ki; ihtiyaç zaruri durumlardandır, "zarûret ise gerektiği kadar kullanılır". Faiz karşılığı borç alan kişinin insanlara yemek yedirmesi ihtiyaç değildir. Çünkü zarûretin bununla hiç bir ilgisi yoktur. Bundan dolayıdır ki; ölünün teçhizine ve kefenlenmesine ihtiyaç duyulan şey mirasından çıkarılır. Burada ihtiyacı kefen ve defin işleriyle sınırlandırmışlar ve kefen ve definden daha fazla, sadakaya ihtiyacı olduğu halde ölünün ruhu için yemek vermeyi ihtiyaca dahil etmemişlerdir. O halde bu tartışmalı konunun şekli üzerinde düşünmek gerekmektedir; önce, faiz karşılığı borç alanlar muhtaç kabul edilir mi? Bu kişiler için ihtiyaç durumu varsayılsa bile başkalarının bu parayla hazırlanan yemekten yemesi helal midir yoksa değil midir? Ziyafet vermek ve merâsimler düzenlemek bu uygulamayı ihtiyaç kabul ettirmek için bir hiledir. Bu sebeple faizli borç almak ve bunun helal ve caiz olduğuna inanmak dindarlıktan ve diyanetten uzaktır. Emr-i bi'l-m'arûf ve nehy-i ani’l-munkere riâyet etmek, bu belaya duçar olanları engellemek ve bu hilelerinin doğru ve câiz olmadığı noktasında onları uyarmak gerekir. İnsanın yasaklanan bir şeyi işleyerek bu tür bir belayı tercih etmesi nasıl mümkün olabilir! Halbuki geçim yolları çoktur ve yalnızca bir şeyle sınırlandırılmamıştır. Takvâ ve taat ehlinden olmanız hasebiyle size helal yeme konusundaki rivâyeti gönderdik. Mektubunuzda bu zamanda şüpheden uzak olan bir şeyin bulunmadığını yazmışsınız. Bu söz doğrudur ancak yine de imkan nisbetinde şüpheden kaçınmak gerekir. Abdestsiz yapılan ziraatin temizliği söz konusu değildir denilmiştir. Ancak Hint bölgelerinde bundan korunmak mümkün değildir... "Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden fazla yük yüklemez." (Bakara: 286) Fakat fâiz yemeğini yemeyi terk etmek ve helalin helalliğine, haramın da haramlığına inanmak son derece kolaydır. Ancak bu kolaylık, inkâr edenin kâfir olduğu kesin haramlarda ve kesin helallerdedir. Zannî durumlar ise böyle değildir; Hanefîlerde mubah olan nice işler vardır ki Şafiilerde mubah değildir. Tam tersi de mümkündür. Bizim sözünü ettiğimiz durum şudur: Bir kimse, muhtaç olduğu şüpheli olan birinin faizli borç almasının helalliği konusunda -kat'î missin hükmüne zahirde muhalif olduğu için- tereddüt ederse onu sapıklıkla nitelemek ve bu konunun helalliğine inanmaya zorlamak gerekmez. Bilakis tercihe şâyân olan doğru onun yanındadır. Hatta o emindir ona muhalefet eden ise tehlikededir. Bazı dostlarınız nakletti... Mevlânâ Abdulfettah bir gün sizin yanınızda "Fâizsiz borç güzeldir. O halde insanlar neden faizlisini alır?" demiş, siz de "Helali inkâr etme!" diyerek çıkışmışsınız. Dostum! Bu tür sözleri söylemenin yeri kesin helal olan konulardır. Helalliği şüpheli olan duruma gelince evlâ olan onu terk etmektir. Takvâ ehli ruhsatı emretmez bilakis onlar hep azimeti tercih ederler. Lahor Ulemâsı ihtiyaç illetinden dolayı bu işin helalliğine fetvâ vermiş. İhtiyacın eteği o kadar geniştir ki şayet uzatılacak olsa ortada fâiz diye bir şey kalmaz. O zaman yukarıda da değindiğimiz gibi ribânın haramlığıyla ilgili olan kesin hüküm anlamsız olur. Halbuki bu âlimlerin düşünmeleri gerekirdi; başkasına yemek vermek, fâizle borç alan kişinin ihtiyacının hangi kısmındandır? Kınye'nin rivâyeti faizle borç almaya, bin dereden su getirdikten sonra ve muhtacın sadece kendisi için kullanması şartıyla cevaz vermektedir. "Muhtaç olanın, yemin keffareti, zıhâr ya da bunun gibi bir şeye niyetlenerek bu yemeği yedirmesi câizdir. Şüphesiz o kişi bu keffaretleri eda etmeye muhtaçtır" denilirse derim ki; Eğer bu muhtacın fakirleri doyurma gücü yoksa keffaretleri sebebiyle oruç tutar yoksa faizli borç alarak onunla keffaretini ödemez. Bu türden olan ihtiyaçlar takvanın bereketiyle az bir araştırma ve incelemeyle giderilir. "Kim Allah (ın yasakların)dan sakınırsa (Allah) ona bir çıkış (yolu) yaratır. Ve onu ummadığı yerden rızıklandırır.” (Talak: 2-3)
Bundan fazlası gereksiz yere sözü uzatmak olur. Selam size ve hidayete tabi olanlara.
1 "Câmi'u'r-Rumûz" diğer adıyla “Şerhu’n-Nikâye Muhtasaru'l-Vikâye" adlı bu eserin müellifi Mevlâ Muhammed Şemsuddîn el-Horasânî el-Kûhistânî'dir (ö. 962/1555). (bk. Kâtip Çelebî, Keşfu'z-Zunûn, en-Nikâye Muhtasaru'l-Vikâye maddesi, 2/1971; Ömer Rızâ Kehhâle, Mu'cemu’l-Mu'ellifin, Muhammed el-Horasânî maddesi, 3/273). 2 Kınye'nin tam adı, "Kınyetu'l-Munye 'Alâ Mezhebi Ebî Hanîfe"dir. Müellifi, İmâm Ebû'r-Racâ Necmuddîn Muhtâr b. Mahmûd ez-Zâhidî el-Hanefî'dir. (ö. 658/1260). Müellif Mutezile mezhebindendir ve Kâtip Çelebi’nin ifade ettiğine göre kitap âlimler nezdinde zayıf rivâyetleriyle meşhurdur, bk. Kâtip Çelebî, Keşfu'z-Zunûn, Kınye maddesi, 2/1357. 3 İbn-i Abidîn de, zayıf görüşleri naklettiği için bu kitabın muteber olmadığını belirtir. Bk. Mecmû'atu Rasâili İbn-i Âbidîn, 1.13, Beyrut, tarihsiz. Bu haber 3171 defa okunmustur.
|
E-BÜLTEN ÜYELİĞİ_SAAT_NAMAZ VAKİTLERİ |
||||||||||||||||
Bu sitenin içeriği titiz çalışmalar ile hazırlanmaktadır. Kaynak gösterilmesi şartı ile çoğaltılabilir. Altyapy: MyDesign Haber Sistemi |